Bir olaya bir söze tepki vermek istediğimde vereceğim tepkinin aynısının,daha fazlasının, daha azının her türünün bir yerlerde zaten verildiğini görüyorum.Hayata dair orjinal olduğunu düşündüğüm bir cümle kurduğumda bunun çok daha önce çok daha iyi bir şekilde kurulmuş olduğunu biliyorum. Herhangi bir filmden bir sahne aklıma geldiğinde sahneyi anında youtube'da bulabiliyorum. Çünkü beni etkilediği şekilde farklı kültürlerden dahi olsa bir çok insanı etkilemiş oluyor. Benim önemsediğim şeyler ben önemsemesem de önemli, vereceğim tepkiler ben vermesem de birileri tarafından verilmiş veya verilecek. Beni ben yapan şey hissettiklerim, düşündüklerim, tepkilerimse ne önemim var? Yok eğer bütün bunların ötesinde başka bir şeyler varsa ve "ben" dediğim şey bunu algılayamıyorsa bütün bunların ne önemi var?
27 Kasım 2011 Pazar
11 Eylül 2011 Pazar
Şu an ölsem kimin umurunda?
İnsanı anlamak istiyorsak bu acıyı anlamamız gerekiyor. En depresif filmlerde karşıma çıkıyor bu söz. Saçı başı dağınık hiçbir şey başaramadığını ve kimse tarafından umursanmadığını sevilmediğini düşünen karakter yakaraşını ve isyanını bu cümle ile bitiriyor: Şimdi ölsem kimsenin umurunda olmaz. Kendi yargılarımla insanları yargılamayı bırakmaya çalıştığım için "öldükten sonra bunun ne önemi var ki? Zaten mutlu sona ulaşmışsın" diyerek yaklaşmayacağım olaya. Anlaşılan o ki henüz yok olmayı isteyecek kadar varolmamış. (Yine de yargılayayım)
Kendini düşünen ve bencil birisi miyim diye düşünüyorum zaman zaman. Yani bu sorgulama sonucunda büyük bir değişim geçireceğim hayatımı yeniden planlayacağım falan yok ama durum tespiti yapmadan da duramıyorum. Yoksa öyle de olsa böyle de olsa farkeden bir şey yok. Ne benim için ne insanlık için... Ailem dışında çok fazla insanı kafaya takmam. Aklıma düşen insanların ise beni düşünüyor olmaları sebebiyle onları düşündüğümü farzederim. Benim için daha mantıklı duruyor. Narsistliğin tanımıdır belki de bu. Dedim ya, ne önemi var ki bu tanımların. Ya da kimin için önemi var? Önemsediğim insanların mutsuz olmaları acı çekmeleri beni etkiler elbette. Ama sadece bu kadar. Bana hayatlarında yer açmaları beni önemsiyor olmaları, benimle bir şeyler paylaşmayı isteyip istememeleri hiç umurumda olmuyor. Onların bana ihtiyaç duymadan yaşayıp mutsuz olmadıklarını bilmek benim için benim için yeter şartın ötesinde ulaşılabilecek en büyük hedef. Hep bir tarafı orman olan deniz kenarında ahşap bir evde tek başıma yaşadığımı hayal ediyorum. Issız bir ada falan değil. İnsanları olan, bir işte çalışabileceğim bir yer. Yalnızca tüm bağlılıklardan kurtulmak istiyorum. Yoksa insanların içinde bir değer üretmekten çalışmaktan vazgeçmiyorum. Bunlar beni tamamlayan şeyler.
3 Eylül 2011 Cumartesi
İstememek
Uykumdan uyandığımda veya beli bir süre kimseyle iletişim kurmadığım haftasonlarında kimse yokmuşçasına yaşıyorum günü. Sokağa çıktığımda veya markette gözgöze gelmiyorum kimseyle. Çıkmak istemiyorum içinde bulunduğum atmosferden. Ne olduğunu biliyorum onun dışında. Olmamamışlıklarım yaşamamışlıklarım isteklerim arzularım veya öyle zaneetiklerim. Her bir insanın, her bir farklı insanın gözünde farklı farklı veya aynı...limonların bulunduğu yere doğru yöneliyorum. Kazara göz göze geldiğim insanlara sanki ilk defa bir insan görmüşçesine bakıyorum. Bunun nedenini bilmiyorum. İçimdeki gözetleyen ben ile günlük hayatı yaşamaya çalışmak sanki.
Yeşilliklerin arasında batan güneşi hafif rüzgar eşliğinde izlerken günlük yaşama dair tüm düşüncelerimi kenara atıp atamayacağımı ve sadece güneşin turuncudan kırmızıya dönüşünü muhteşem bir atmosferde izleyip izleyemeyeceğimi düşündüm. Hiç bir şey düşünmemek mümkün olmadığına göre ne düşünmeliydi bu atmosferde? Ey Allah'ım! dedim. Kaldım öylece. Hafif bir ürperti ile Allah diyebildiğim için yaşayabildiğimi düşündüm. Peki neydi tüm bunlar. Nereye kadar düşünmeden yaşayabilirdim ki? Daha önemlisi nereye kadar düşünecektim günlük hayatı? Tarih insanlık siyasal yaşam nereye kadar? Etrafımdaki sosyal çevre içinde dönüp durmak yeterli miydi yoksa dünya ve insanlık adına bir şeyler düşünmeli ve eyleme koymalı mıydım? Bir dekoru yırtarcasına bu hayatın dışına çıkma hayali ötesini görememe yüzünden bir karanlığa döndü. Ötesi yok...
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Değişim, gelişim
Öyle bir değişim geçirdim ki, evleneceğim kişinin hayata dair konuşabileceğim ve fikirlerimi paylaşabileceğim biri olması gerektiğini düşünerek kurduğum hayallere güler oldum. Kendimi öyle göklerde zannediyordum ki, beni anlayabilecek birilerini asla bulamayacağımı düşünerek üzülüyordum. Tek kelime etmek istemiyorum tanıdıklarıma. Sorumluluk duyacağım veya bana karşı sorumluluk hissedenlere karşı.Yalnızca üzerindeki sana yakışmamış, bu saç kesimi sana çok uymuş seviyesinde iletişimlerle yaşamak istiyorum. Hayata dair kurduğum her cümle içimde bir anlamsızlık yaratıyor. O kadar çok şey söylenmiş ki hayata dair yeni bir şeyler eklemenin hiç anlamı yok.Benim düşündüklerimi daha önce düşündüler. Hissettiklerimi daha önce hissettiler.Tarihsel veya şu an yaşanan hayat anlamında herhangi bir yenilik ortaya koymayacağım. Bunu istemiyorum da.Hiç bir umutsuzluğum veya kırgınlığım ne bileyim ya da öfkem yok hayatın geneline dair. Sonsuz değişkenlerin içinde oluşan bu hayat bakışım, hayat algım ya da hayatı sezme biçimim çok az benim elimde.Olduğum gibi olma ve ne geliyorsa onu yaşama sezme dışında çok fazla yapabileceğim bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ne kurtarılacak bir insanım ne de birilerini kurtaracak biriyim. Sanırım yaşayan ben ve gözetleyen ben arasında gözetleyen bene odaklandım. Yaşayan beni otomatik pilota alarak gözetleyen benin daha fazla ortaya çıkmasına izin verdim. Sanırım rahatlığım bundan.
15 Mayıs 2011 Pazar
Çözüm
Her şeyin anlamı...Hiçbir etki kalmadığında, çözmen gereken bir sorun, anlaman gereken bir insan, paylaşman gereken bir yaşantı... Sadece kendinle kaldığında... Tam sıkıldığın anda, bir şeyler yapmak istemediğin ama sıkılmaktan da sıkıldığın anda...Diğerleri nasıl yaşıyor? Şimdiye kadar nasıl yaşanmış bu hayat? Böyle yaşamaya devam edebilir misin? Çözmen gereken bir sorun olmadığını, kimseni anlaman gerekmediğini veya anlasan da bunun bir şeyi çözmeyeceğini, bir şeyleri paylaşmanın vereceği yükü kaldıramayacağını varsayarak yaşamaya devam edebilir misin? "Tanrı ne istiyor?" sorusuna "sanırım bu şekilde yaşamamı.Daha doğrusu herkes nasıl yaşıyorsa öyle yaşamasını" diye cevap vererek orayı hallettikten sonra bu hikayenin bitmeyeceğini kabullenmek. En azından bu akılla bitmeyecek.
Geçenlerde kötü olayların olduğu, kötülerin kazandığı bir dizi sahnesini izleyemeyince kendimce bir mekanizma geliştirdim. Kötüler kötü değildi aslında... İyilerde iyi değildi...Onların bakışı ile dünyaya bakmaya çalıştım.Öyle olmasa dahi yaptıklarının haklı olduğuna ikna ettim kendimi.
6 Mart 2011 Pazar
Hayatın anlamı
Kafamdaki tüm anlamları silmek istiyorum. Nasılsa hepsi yokolacak. Bilmediğin bir düzlemdeki kriterler bugünü etkilememeli. Sadece Allah'ı anlamak istiyorum ama bu mümkün görünmüyor. Benden ne istediğini insanlıktan ne istediğini soruyorum. Bu hayatı anlamlandırırken O'nu bir kenara koymaktan başka çarem yok. Necip Fazıl'ın "kendisiyle yalan, yaradanı ile gerçek" dediği hayatı anlayamıyorum. Evet O'nu düşündüğümde ve için için titrediğimde "evet!var bir şeyler bu hayatta!" diyorum ama bu sadece o anlık kalıyor. Hayatımın bütününe bunu yayamıyorum. Çünkü o hisle bu hayat yaşanmaz. Peki nedir bütün bunlar? Bu varsa o neden var, o varsa bunun anlamı nedir? Tüm anlamsız dediğim günlük hayat içinde o hissi yaşamak mı hayatın amacı? Kötülüğün varlığı ile anlam kazanan iyilik, anlamsızlığın varlığı ile anlamlanan bir an mı?
20 Ocak 2011 Perşembe
Rüzgar olmadım toprak olayım
Bir şeyleri anlatmak izah etmek istersin. Bilmek nedir ki? Varolduğunu hissettiğin anlar kafanın tamamen boşaldığı ve titrediğin anlar değil midir? Öyleseyse nedir bu bilme sevdası? Ya da birilerine bir şeyleri izah etmek. Onlarla birlikte yaşamak… Onlar olmak ya da onları da kendin gibi görmeye çlışmak.Bütün bunların başlangıcından nasıl biteceğine kadar milyonlarca soru. Sen bunların neresindesin? Kendini konumlandırdığın yer etrafındakilerle mi şekillenecek yoksa tarihe bakarak mı anlayacağız? Hiç bunları düşünmeden kendini sadece tek bir hisse bırakmak ne kadar anlamlı? Bunları birilerinin okuduğunu düşündüğün anda sen o mu oluyorsun? Okuyan kişinin hissettikleri önemli mi yoksa senin için tek önemli olan varolma duygusu mu? Bunun için mi yazıyorsun? Bunun için mi birilerinin bunları okuduğunu varsayıyorsun? Tüm bu beyin dediğimiz, akıl dediğimiz, kader dediğimiz şeyler de nedir? Bazen gözlerimi açıyorum ve bir resmi parçalar gibi önümdeki görüntüyü parçaladığımı düşünüyorum. Başka bir şeyler olması gerekir diyorum. Birileri beni izliyor ve notlar mı alıyor? Nasıl bir şizofrenidir bu? Herkes beni mi izliyor? Ben birilerini izleyen herkesin içinde miyim? Tüm bu cümbüş herkesin rüzgar olması ile mi son bulacak? Artık nedense rüzgar olmayı değil tam önümde duran hızlı bir düşüşle maddeye karışmayı hayal eder oldum.
Sadece yaşıyorum…
Hep diğerleri üzerinden hayatımı anlamlandırdığımı fark ettim bir süre önce. Bu diğerleri etrafımdakilerle konuşurken tanımadıklarım, bir yerlere yazarken onu okuyanlar dışındakiler, kendi kendime kaldığımda ise benim dışımdaki hemen herkesti. Ve sadece yaşayanlar değil, tarihi kişilikler, rol model olarak sunulan hayaller, film ve masal kahramanları… Hep bunlar üzerinden değerlendirdim kendimi. Bir peygamberin hayatını okurken kendimden bir şeyler bulmaya, kötü sunulan bir karakteri okurken “ben de öyle değilim” demeye çalıştım. Değerlendirme kıstasları bu kadar yüksek, yaşanan hayat bu kadar basit olunca doğal olarak bir anlamsızlık bir boşluk oluştu. Ve aslında daha dürüst bir şekilde düşününce kendimi diğerlerinin gözünden görmeye çalışırken aslında ve özünde kendimi Tanrı’nın gözünde değerlendirdiğimi fark ettim. Her eylemim O’na karşı ve O’na rağmendi. Kendimi diğerlerinden farklı görmeye çalıştığım her anda aslında Tanrı’nın gözünde özel olmaya çalışıyordum. Zaaflarımı “diğerlerinde de var” diyerek küçümsediğimde ise sorumluluğu kadere ve dolayısıyla merhametli yaratıcıya bırakıyordum. Sanırım kendini sürekli olarak başka bir şeylerin gözünden değerlendirmek kendimde olmanın verdiği zorluğa dayanamamaktan kaynaklanıyordu. Salt olarak “Nedir şimdi bütün bunlar? Ben neyi yaşıyorum?” dediğimde asla tam olarak alamadığım cevap yüzünden kaçıyordum kendimden. Neyse ki, inancım vardı ve cevap alamamak sorun olmadı. Şimdi anlıyorum ki, hiç kimse hakkında hiçbir yorum yapmaya gerek yok. “Neden böyle bu insanlar” demenin hiçbir anlamı yok. Aynen “Neden böyle bir hayat yaratmış Tanrı” demek gibi. Bu hayatı ne diğerlerinin ne de Tanrı’nın gözünden yaşamamak gerekiyor. Kendini O’nun gözünden değerlendirmeye çabaladığın her an aslında yaptığın şey kendini O’nun yerine koymak. Hep bir çözüm aradım. Ortada bir sorun olduğunu varsayarak… Sadece geldiği gibi yaşamak sadece kendimi özel varsaymam yolundaki en büyük engeldi belki de. Allah’ın gözünde özel olma saplantısı acı vermekten başka bir şeye yaramadı. Böyle bir şey olmadığını anlamam zaman aldı. Anladığım kadarıyla Allah’ın bizden çok bir şey beklediği yok. Madem bu hayatı ve gizlendi öyleyse saklambaç oynamaya lüzum yok. Penceremden dışarı şehrin ışıklarına baktığımda ve şimdiye kadar yaşadığım hayatı düşündüğümde “güzel” dedim, “kader” dedim hep. Anlamasam da “ben” olarak yaşayabileceğim tek his buydu sanki.
Bu hayatta çözülecek bir şey varsa, bu ne diğer insanlarla ne de “Tanrı ne istiyor” ile çözülebilir. Yani diğerlerini olumlu etkilemeye ne bileyim müthiş bir tarihsel kişilik olmaya çalışmanın bir anlamı yok. Ya da basit manada kendini diğerleri için vazgeçilmez kılmaya çalışmanın… “İnsanlar tarafından bu kadar çok sevildiğimi hissetmesem yine de böyle rahat olabilir miydim ya da kolay vazgeçebilir miydim” derdim eskiden. Şimdi anlıyorum ki bu soru da anlamsız. Seviliyor olmak insanda kalıcı bir huzura neden olmuyor sanki. Hemen her şeyde olduğu gibi olumsuz olan daha güçlü oluyor. Yani biri tarafından sevilmenin etkisi yanında birinin bizden nefret ediyor olmasının etkisi çok güdük kalır. O yüzden sevilme çabası yerine kimseye olumsuzluk atfetmeden yaşamak ve dolayısıyla kimsenin olumsuz elektriğini üzerine çekmemek asıl olan.
Allah’ın beni çok sevdiğini düşünmüşümdür hep. Bunu her düşündüğü anın ardından “acaba yeterince layık mıyım” düşüncesi geldi. Allah’ın buna ihtiyacı yok. Yani benim O’na layık olmama. Aslında bu düşüncemin altında “güzel” dediklerini kaybetme korkusu yatıyor. “Ya bu güzelliği fark ettiğimi anladığında bana bir acı gönderirse”… Cezalandırıcı bir Tanrı olduğuna inandırıldık ya… Ama bana hep daha güzelini verdi. Bunun karşısında ezilme hissi duymuyorum artık. Sadece bir his… Ne olduğunu anlamadığım bir his… Güzel bir his… Asıl olan bu… Neyi hak ettiğini düşünen ben değil bu hissi yaşadığım andaki ben gerçekten var. Bu hayatı katlanır kılan tek şey bu… Bu hissi yaşadığım için penceremden dışarı baktığımda şehrin ışıkları güzel…
Saygı duyulmasına gerekene saygı duy. Uzak durulması gerekenden uzak dur. Nefret edilmesi gerekenden nefret et. Ama bütün bunların hepsini sev.
Düşünüyorum bazen nasıl yorumladığımı hayatı ve ne için yaşadığımı. Eskilerden kalma bir korku belki de bir heyecan vuruyor kalbime. Cevap vermiyorum. Cevaba ihtiyaç duymuyorum. Kendim de dâhil kimseye bu konularda hesap vermiyorum. Sadece yaşıyorum… 03/1/2009
Seven Pounds

Hayata dair spoiler içerik vardır.
İntihar hakkında düşündünüz mü bilmiyorum. Ben düşündüm. İntihar etsem nasıl ederdim diye kafa yordum. Depresif, bıkkın, yılgın, acı dolu bir insan olmadığım için intihar hayalim de gayet serinkanlı bir şekilde şekillendi. Yemeğimi yiyip, çayımı içip, biraz belki PES oynayıp, bir ihtimal bir kaç bölüm Seinfield izleyip silahı tam çenemin altına dayadıktan sonra tetiğe basmayı düşündüm. Çarşafların kirlenmesini istemediğim için bunu küvette yapmayı düşündüm ama küvette rahat edemeyeceğime karar verim. Bunu yapmadan önce Acil servisi arayıp adresimi vererek "Ben birazdan intihar edeceğim. Organlarımı almak için acele edin. Kapıyı açık bırakacağım. Bu arada dağınıklık için kusura bakmayın nasılsa ev kira ve eşyalarımı ailem alacaktır.Toplamaya gerek görmedim bu yüzden" diyecektim. Tabi ki her intiharın bir mektubu olmalı. Mektupta kimseye sitemim, üzgünlüğüm, kızgınlığım olmadığını aslında bu hayatı bir çok yönüyle güzel bulduğumu anlatacaktım. Sadece güzel olan her şey anlamlı olmadığı için yaşamamla ölmem arasında çok bir fark görmediğimi söyleyecektim. Şöyle devam edelim:
"Organlarımı falan bağışlıyorum ya şimdi, beni kahraman falan ilan etmeye kalkmayın. Organlarımla yaşayacak insanların yaşamalarını çok umursamıyorum. Yaşarken de benim hep önemsediğim hisler oldu. Tek bir an benim için önemli: Kendisine 2. bir şans verildiğini düşünen bir insanın bunun haberini aldığında yaşayacağı his. Yoksa ben biliyorum genel perpektiften bakınca o insanın da yaşaması ya da yaşamaması arasında bir fark olmayacağını. Ne bileyim 1 yıl sonra kalp yetersizliği çektiği dönemde asıl önemdiği şeyi unutarak alamadığı 2009 model Pejo 406 için üzüleceğini.
Şimdi tanıdıklarım benden bir şeyler söylememi falan beklerler de onlara da diyecek bir şeyim yok. Ne özür diliyorum ne de teşekkür ediyorum. Yaşanması gerekenler yaşanmıştır. Üzerinde çok fazla durmaya gerek yok. Haaa sakın benim için üzülüp müzülmeyin. Şu an birlikte ŞekerPare'yi 10. kez izleyerek güldüğümüz bir atmosferden daha farklı değil hiçbir şey. Bunu kendinize yapılmış bir haksızlık ya da sizleri yok sayma olarak da görmeyin. Sizlerle hiç bir ilgisi yok. Zaten hiç de olmadı. Bundan sonra hayatınızda benim olmayacak olmamın sizde değiştireceği bir şey yok aslında. Ağlayacaksanız ağlayın ama özünde asıl ağladığınız şeyin benim ölümüm bizatihi kendisinin değil ilerde sizin de ölecek olmanızı hatırlatmasının olduğunu bilin."
Spoiler olan kısım da bu son kısım zaten. Bunu söylemek istemezdim ama öleceksiniz abicim. Ama ilginç biçimde bu Spoiler farklı çalışıyor ve bu filmden zevk almanızı sağlıyor.
Her neyse. Biraz da filmin kendisinden bahsedelim. İlk 5dksı beni resmen çarptı. O telefon diyaloğu beni sersemletti. O tür bir zalimliğin hayal edilip senaryoya aktarılmış olması bile beni şok etti. Kızgınlık, Üzüntü falan diyeceğim de o sahneyi izlerken hissettiklerim bunlar değildi. Utandım belki de.İnsanlığımdan utandım.
Will Smith çok iyi bir oyuncu. Ancak Hancock gibi bir filmde oynayan birisinin böylesi bir dram içindeki harika duruşu eski hatıraları silmeye yetmedi. Oynanabilecek en iyi şekilde oynadı.
Film de çok iyidi. 8/10
17/7/2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yoruldum ve sıkıldım
Ben bu hayata dair yıllarca okudum, düşündüm, yazdım. Düşüncelerim, çıkarımlarım muhteşem ya da tartışmaz en doğru falan değildi. Sadece...
-
Yaşadığın hayatta neyi ne kadar seçtiğini düşündün mü hiç? Yoksa kader inancın geliştikten sonra hiç bir şeyi seçmediğine mi karar verdin se...
-
Bunu öylesine derin hissediyorum ki bazen... Öylesine sebepsiz... Öylesine güçlü bir biçimde ki... "Selam olsun" diyorum Allah...
-
"…Üstelik, Tanrısal bir biçimde kendisiyle uğraşan ,kendi içine gömülmüş biri kulağının dibinde saat, gecenin bir vakti uyanıp sorar ya...