11 Eylül 2011 Pazar

Şu an ölsem kimin umurunda?

İnsanı anlamak istiyorsak bu acıyı anlamamız gerekiyor. En depresif filmlerde karşıma çıkıyor bu söz. Saçı başı dağınık hiçbir şey başaramadığını ve kimse tarafından umursanmadığını sevilmediğini düşünen karakter yakaraşını ve isyanını bu cümle ile bitiriyor: Şimdi ölsem kimsenin umurunda olmaz. Kendi yargılarımla insanları yargılamayı bırakmaya çalıştığım için "öldükten sonra bunun ne önemi var ki? Zaten mutlu sona ulaşmışsın" diyerek yaklaşmayacağım olaya. Anlaşılan o ki henüz yok olmayı isteyecek kadar varolmamış. (Yine de yargılayayım)
Kendini düşünen ve bencil birisi miyim diye düşünüyorum zaman zaman. Yani bu sorgulama sonucunda büyük bir değişim geçireceğim hayatımı yeniden planlayacağım falan yok ama durum tespiti yapmadan da duramıyorum. Yoksa öyle de olsa böyle de olsa farkeden bir şey yok. Ne benim için ne insanlık için... Ailem dışında çok fazla insanı kafaya takmam. Aklıma düşen insanların ise beni düşünüyor olmaları sebebiyle onları düşündüğümü farzederim. Benim için daha mantıklı duruyor. Narsistliğin tanımıdır belki de bu. Dedim ya, ne önemi var ki bu tanımların. Ya da kimin için önemi var? Önemsediğim insanların mutsuz olmaları acı çekmeleri beni etkiler elbette. Ama sadece bu kadar. Bana hayatlarında yer açmaları beni önemsiyor olmaları, benimle bir şeyler paylaşmayı isteyip istememeleri hiç umurumda olmuyor. Onların bana ihtiyaç duymadan yaşayıp mutsuz olmadıklarını bilmek benim için benim için yeter şartın ötesinde ulaşılabilecek en büyük hedef. Hep bir tarafı orman olan deniz kenarında ahşap bir evde tek başıma yaşadığımı hayal ediyorum. Issız bir ada falan değil. İnsanları olan, bir işte çalışabileceğim bir yer. Yalnızca tüm bağlılıklardan kurtulmak istiyorum. Yoksa insanların içinde bir değer üretmekten çalışmaktan vazgeçmiyorum. Bunlar beni tamamlayan şeyler.

3 Eylül 2011 Cumartesi

İstememek

Uykumdan uyandığımda veya beli bir süre kimseyle iletişim kurmadığım haftasonlarında kimse yokmuşçasına yaşıyorum günü. Sokağa çıktığımda veya markette gözgöze gelmiyorum kimseyle. Çıkmak istemiyorum içinde bulunduğum atmosferden. Ne olduğunu biliyorum onun dışında. Olmamamışlıklarım yaşamamışlıklarım isteklerim arzularım veya öyle zaneetiklerim. Her bir insanın, her bir farklı insanın gözünde farklı farklı veya aynı...limonların bulunduğu yere doğru yöneliyorum. Kazara göz göze geldiğim insanlara sanki ilk defa bir insan görmüşçesine bakıyorum. Bunun nedenini bilmiyorum. İçimdeki gözetleyen ben ile günlük hayatı yaşamaya çalışmak sanki.
Yeşilliklerin arasında batan güneşi hafif rüzgar eşliğinde izlerken günlük yaşama dair tüm düşüncelerimi kenara atıp atamayacağımı ve sadece güneşin turuncudan kırmızıya dönüşünü muhteşem bir atmosferde izleyip izleyemeyeceğimi düşündüm. Hiç bir şey düşünmemek mümkün olmadığına göre ne düşünmeliydi bu atmosferde? Ey Allah'ım! dedim. Kaldım öylece. Hafif bir ürperti ile Allah diyebildiğim için yaşayabildiğimi düşündüm. Peki neydi tüm bunlar. Nereye kadar düşünmeden yaşayabilirdim ki? Daha önemlisi nereye kadar düşünecektim günlük hayatı? Tarih insanlık siyasal yaşam nereye kadar? Etrafımdaki sosyal çevre içinde dönüp durmak yeterli miydi yoksa dünya ve insanlık adına bir şeyler düşünmeli ve eyleme koymalı mıydım? Bir dekoru yırtarcasına bu hayatın dışına çıkma hayali ötesini görememe yüzünden bir karanlığa döndü. Ötesi yok...

Yoruldum ve sıkıldım

Ben bu hayata dair yıllarca okudum, düşündüm, yazdım. Düşüncelerim, çıkarımlarım muhteşem ya da tartışmaz en doğru falan değildi. Sadece...