20 Ocak 2011 Perşembe

Rüzgar olmadım toprak olayım

Bir şeyleri anlatmak izah etmek istersin. Bilmek nedir ki? Varolduğunu hissettiğin anlar kafanın tamamen boşaldığı ve titrediğin anlar değil midir? Öyleseyse nedir bu bilme sevdası? Ya da birilerine bir şeyleri izah etmek. Onlarla birlikte yaşamak… Onlar olmak ya da onları da kendin gibi görmeye çlışmak.Bütün bunların başlangıcından nasıl biteceğine kadar milyonlarca soru. Sen bunların neresindesin? Kendini konumlandırdığın yer etrafındakilerle mi şekillenecek yoksa tarihe bakarak mı anlayacağız? Hiç bunları düşünmeden kendini sadece tek bir hisse bırakmak ne kadar anlamlı? Bunları birilerinin okuduğunu düşündüğün anda sen o mu oluyorsun? Okuyan kişinin hissettikleri önemli mi yoksa senin için tek önemli olan varolma duygusu mu? Bunun için mi yazıyorsun? Bunun için mi birilerinin bunları okuduğunu varsayıyorsun? Tüm bu beyin dediğimiz, akıl dediğimiz, kader dediğimiz şeyler de nedir? Bazen gözlerimi açıyorum ve bir resmi parçalar gibi önümdeki görüntüyü parçaladığımı düşünüyorum. Başka bir şeyler olması gerekir diyorum. Birileri beni izliyor ve notlar mı alıyor? Nasıl bir şizofrenidir bu? Herkes beni mi izliyor? Ben birilerini izleyen herkesin içinde miyim? Tüm bu cümbüş herkesin rüzgar olması ile mi son bulacak? Artık nedense rüzgar olmayı değil tam önümde duran hızlı bir düşüşle maddeye karışmayı hayal eder oldum.

Sadece yaşıyorum…

Hep diğerleri üzerinden hayatımı anlamlandırdığımı fark ettim bir süre önce. Bu diğerleri etrafımdakilerle konuşurken tanımadıklarım, bir yerlere yazarken onu okuyanlar dışındakiler, kendi kendime kaldığımda ise benim dışımdaki hemen herkesti. Ve sadece yaşayanlar değil, tarihi kişilikler, rol model olarak sunulan hayaller, film ve masal kahramanları… Hep bunlar üzerinden değerlendirdim kendimi. Bir peygamberin hayatını okurken kendimden bir şeyler bulmaya, kötü sunulan bir karakteri okurken “ben de öyle değilim” demeye çalıştım. Değerlendirme kıstasları bu kadar yüksek, yaşanan hayat bu kadar basit olunca doğal olarak bir anlamsızlık bir boşluk oluştu. Ve aslında daha dürüst bir şekilde düşününce kendimi diğerlerinin gözünden görmeye çalışırken aslında ve özünde kendimi Tanrı’nın gözünde değerlendirdiğimi fark ettim. Her eylemim O’na karşı ve O’na rağmendi. Kendimi diğerlerinden farklı görmeye çalıştığım her anda aslında Tanrı’nın gözünde özel olmaya çalışıyordum. Zaaflarımı “diğerlerinde de var” diyerek küçümsediğimde ise sorumluluğu kadere ve dolayısıyla merhametli yaratıcıya bırakıyordum. Sanırım kendini sürekli olarak başka bir şeylerin gözünden değerlendirmek kendimde olmanın verdiği zorluğa dayanamamaktan kaynaklanıyordu. Salt olarak “Nedir şimdi bütün bunlar? Ben neyi yaşıyorum?” dediğimde asla tam olarak alamadığım cevap yüzünden kaçıyordum kendimden. Neyse ki, inancım vardı ve cevap alamamak sorun olmadı. Şimdi anlıyorum ki, hiç kimse hakkında hiçbir yorum yapmaya gerek yok. “Neden böyle bu insanlar” demenin hiçbir anlamı yok. Aynen “Neden böyle bir hayat yaratmış Tanrı” demek gibi. Bu hayatı ne diğerlerinin ne de Tanrı’nın gözünden yaşamamak gerekiyor. Kendini O’nun gözünden değerlendirmeye çabaladığın her an aslında yaptığın şey kendini O’nun yerine koymak. Hep bir çözüm aradım. Ortada bir sorun olduğunu varsayarak… Sadece geldiği gibi yaşamak sadece kendimi özel varsaymam yolundaki en büyük engeldi belki de. Allah’ın gözünde özel olma saplantısı acı vermekten başka bir şeye yaramadı. Böyle bir şey olmadığını anlamam zaman aldı. Anladığım kadarıyla Allah’ın bizden çok bir şey beklediği yok. Madem bu hayatı ve gizlendi öyleyse saklambaç oynamaya lüzum yok. Penceremden dışarı şehrin ışıklarına baktığımda ve şimdiye kadar yaşadığım hayatı düşündüğümde “güzel” dedim, “kader” dedim hep. Anlamasam da “ben” olarak yaşayabileceğim tek his buydu sanki.
Bu hayatta çözülecek bir şey varsa, bu ne diğer insanlarla ne de “Tanrı ne istiyor” ile çözülebilir. Yani diğerlerini olumlu etkilemeye ne bileyim müthiş bir tarihsel kişilik olmaya çalışmanın bir anlamı yok. Ya da basit manada kendini diğerleri için vazgeçilmez kılmaya çalışmanın… “İnsanlar tarafından bu kadar çok sevildiğimi hissetmesem yine de böyle rahat olabilir miydim ya da kolay vazgeçebilir miydim” derdim eskiden. Şimdi anlıyorum ki bu soru da anlamsız. Seviliyor olmak insanda kalıcı bir huzura neden olmuyor sanki. Hemen her şeyde olduğu gibi olumsuz olan daha güçlü oluyor. Yani biri tarafından sevilmenin etkisi yanında birinin bizden nefret ediyor olmasının etkisi çok güdük kalır. O yüzden sevilme çabası yerine kimseye olumsuzluk atfetmeden yaşamak ve dolayısıyla kimsenin olumsuz elektriğini üzerine çekmemek asıl olan.
Allah’ın beni çok sevdiğini düşünmüşümdür hep. Bunu her düşündüğü anın ardından “acaba yeterince layık mıyım” düşüncesi geldi. Allah’ın buna ihtiyacı yok. Yani benim O’na layık olmama. Aslında bu düşüncemin altında “güzel” dediklerini kaybetme korkusu yatıyor. “Ya bu güzelliği fark ettiğimi anladığında bana bir acı gönderirse”… Cezalandırıcı bir Tanrı olduğuna inandırıldık ya… Ama bana hep daha güzelini verdi. Bunun karşısında ezilme hissi duymuyorum artık. Sadece bir his… Ne olduğunu anlamadığım bir his… Güzel bir his… Asıl olan bu… Neyi hak ettiğini düşünen ben değil bu hissi yaşadığım andaki ben gerçekten var. Bu hayatı katlanır kılan tek şey bu… Bu hissi yaşadığım için penceremden dışarı baktığımda şehrin ışıkları güzel…
Saygı duyulmasına gerekene saygı duy. Uzak durulması gerekenden uzak dur. Nefret edilmesi gerekenden nefret et. Ama bütün bunların hepsini sev.
Düşünüyorum bazen nasıl yorumladığımı hayatı ve ne için yaşadığımı. Eskilerden kalma bir korku belki de bir heyecan vuruyor kalbime. Cevap vermiyorum. Cevaba ihtiyaç duymuyorum. Kendim de dâhil kimseye bu konularda hesap vermiyorum. Sadece yaşıyorum… 03/1/2009

Seven Pounds


Hayata dair spoiler içerik vardır.

İntihar hakkında düşündünüz mü bilmiyorum. Ben düşündüm. İntihar etsem nasıl ederdim diye kafa yordum. Depresif, bıkkın, yılgın, acı dolu bir insan olmadığım için intihar hayalim de gayet serinkanlı bir şekilde şekillendi. Yemeğimi yiyip, çayımı içip, biraz belki PES oynayıp, bir ihtimal bir kaç bölüm Seinfield izleyip silahı tam çenemin altına dayadıktan sonra tetiğe basmayı düşündüm. Çarşafların kirlenmesini istemediğim için bunu küvette yapmayı düşündüm ama küvette rahat edemeyeceğime karar verim. Bunu yapmadan önce Acil servisi arayıp adresimi vererek "Ben birazdan intihar edeceğim. Organlarımı almak için acele edin. Kapıyı açık bırakacağım. Bu arada dağınıklık için kusura bakmayın nasılsa ev kira ve eşyalarımı ailem alacaktır.Toplamaya gerek görmedim bu yüzden" diyecektim. Tabi ki her intiharın bir mektubu olmalı. Mektupta kimseye sitemim, üzgünlüğüm, kızgınlığım olmadığını aslında bu hayatı bir çok yönüyle güzel bulduğumu anlatacaktım. Sadece güzel olan her şey anlamlı olmadığı için yaşamamla ölmem arasında çok bir fark görmediğimi söyleyecektim. Şöyle devam edelim:

"Organlarımı falan bağışlıyorum ya şimdi, beni kahraman falan ilan etmeye kalkmayın. Organlarımla yaşayacak insanların yaşamalarını çok umursamıyorum. Yaşarken de benim hep önemsediğim hisler oldu. Tek bir an benim için önemli: Kendisine 2. bir şans verildiğini düşünen bir insanın bunun haberini aldığında yaşayacağı his. Yoksa ben biliyorum genel perpektiften bakınca o insanın da yaşaması ya da yaşamaması arasında bir fark olmayacağını. Ne bileyim 1 yıl sonra kalp yetersizliği çektiği dönemde asıl önemdiği şeyi unutarak alamadığı 2009 model Pejo 406 için üzüleceğini.

Şimdi tanıdıklarım benden bir şeyler söylememi falan beklerler de onlara da diyecek bir şeyim yok. Ne özür diliyorum ne de teşekkür ediyorum. Yaşanması gerekenler yaşanmıştır. Üzerinde çok fazla durmaya gerek yok. Haaa sakın benim için üzülüp müzülmeyin. Şu an birlikte ŞekerPare'yi 10. kez izleyerek güldüğümüz bir atmosferden daha farklı değil hiçbir şey. Bunu kendinize yapılmış bir haksızlık ya da sizleri yok sayma olarak da görmeyin. Sizlerle hiç bir ilgisi yok. Zaten hiç de olmadı. Bundan sonra hayatınızda benim olmayacak olmamın sizde değiştireceği bir şey yok aslında. Ağlayacaksanız ağlayın ama özünde asıl ağladığınız şeyin benim ölümüm bizatihi kendisinin değil ilerde sizin de ölecek olmanızı hatırlatmasının olduğunu bilin."

Spoiler olan kısım da bu son kısım zaten. Bunu söylemek istemezdim ama öleceksiniz abicim. Ama ilginç biçimde bu Spoiler farklı çalışıyor ve bu filmden zevk almanızı sağlıyor.


Her neyse. Biraz da filmin kendisinden bahsedelim. İlk 5dksı beni resmen çarptı. O telefon diyaloğu beni sersemletti. O tür bir zalimliğin hayal edilip senaryoya aktarılmış olması bile beni şok etti. Kızgınlık, Üzüntü falan diyeceğim de o sahneyi izlerken hissettiklerim bunlar değildi. Utandım belki de.İnsanlığımdan utandım.

Will Smith çok iyi bir oyuncu. Ancak Hancock gibi bir filmde oynayan birisinin böylesi bir dram içindeki harika duruşu eski hatıraları silmeye yetmedi. Oynanabilecek en iyi şekilde oynadı.

Film de çok iyidi. 8/10

17/7/2009

Yoruldum ve sıkıldım

Ben bu hayata dair yıllarca okudum, düşündüm, yazdım. Düşüncelerim, çıkarımlarım muhteşem ya da tartışmaz en doğru falan değildi. Sadece...